27 Ocak 2011 Perşembe

Giden Misin Kalan Mı? Ah O Havalimanları!

O kadar çok duygu vardır ki havalimanı iklimde... Ağlayanlar görürsünüz çevrenizde; bu ya mutluluktandır ya ayrılıktan. Bir telaşlı kesim vardır örneğin; onlar ya uçağı kaçırma riskiyle burun burunadır ya da karşılayacağı kişinin kendisinden erken gelme ihtimaliyle.


Yolculardan "ohh artık kurtuluyorum" ya da  "gitmek istemiyorum" diyenler ve "beni karşılamaya gelmemiş" diye üzünler... El sallayanlar, hiç tanışmadığı bir yolcuyu elindeki A4 ile karşılayanlar, elinde bavuluyla kendisini almaya gelecek olan kişiyi bekleyenler, erken gelip bir caféde uçağı kalkana kadar maç izleyenler... Asker uğurlayanlar, asker karşılayanlar vardır gözleri nemli... Şık giyim kuşamlarıyla hostesler ve pilotlar, polisler, güvenlik görevlileri ve herkes...


O kadar kozmopolittir ki; Arap'ı da ordadır Rizelisi de, Almanı da ordadır Karslısı da, memleketine dönen Türk vardır mesela terliklerle Buenos Aires'den gelmiş kışın Ocak'ında.


Ama asıl "Sevgi" vardır havalimanlarında...
"Dostluk" asılıdır atmosferine...
Buram buram kokar "Vefa"...
"Değer"dir bulunma sebebin eğer kalansan ve
"Özlem"dir karşılayansan...


9 Ocak 2011 Pazar

Seninle Aynı Şeyi Konuşmuyor Olabilir Miyiz?

Ne diyor çok sevgili Vikipedi'miz algı için; psikoloji ve bilişsel bilimlerde duyusal bilginin alınması, yorumlanması, seçilmesi ve düzenlenmesi anlamına gelir. Bir de duyum dediğimiz ayrı bir nokta var bu süreçte. Bu da duyusal bilgiyi aldığımız ama yorumlamadığımız anlamına geliyor. Bu iki kavrama ilişkin klişe örnek ise; "bakmakla görmek arasındaki fark".


Duyularımızı anlamlandırdığımız, yorumladığımız ve neticesinde "algı"ladığımız bazı gerçeklikleri değiştirebilmemiz de bir o kadar zordur. Durumla ilgili okuduğum bir örnek de söylediklerimi doğruluyor. Örnek diyor ki; platonik aşklar. Maşuk, aşık'a ne kadar kötü davransa da, kötü şeyler söyleyip, itip kaksa da bir türlü maşuğa olan aşkını değiştirmiyor. Çünkü aşık, maşukla ilgili algısında kötü hiçbir kavrama yer vermiyor, hatta reddediyor. 


Algılarımızı bence ailemiz başta olmak üzere, çevremiz, aldığımız eğitimler, içinde yetiştiğimiz kültür gibi değişkenler yönetiyor. İçinde bulunduğumuz çevre neleri konuşuyorsa, bizler de ister istemez bu duruma ayak uydurabilmek için bu tip şeyleri duymaya, okumaya ve zamanla ilgi duymaya başlıyoruz. Bu durum tabi çevreden çevreye değişebiliyor. Bir tarafta erkekler arasında sürekli futbol, magazin vs konuşulurken diğer tarafta siyaset, bilim konuşabiliyor. Kızlar arasında bir tarafta ağırlıklı parfüm, oje, chanel konuşulurken diğer tarafta ağırlıklı bilişim, iş vs. konuşabiliyor. Önemli olan bence bu iki farklı kategori bir araya geldiğinde de ortada birkaç malzeme olabilmesi. Herhangi bir sebeple bir araya geldiklerinde ortak noktaya varabilmeleri.. Bu asla ve asla kimseye, kimin ne konuştuğu hakkında yargı hakkı haliyle veremez; fakat her iki taraf da ortak bir meselede gerekli olgunluğu gösterebilmelidir. Durumla ilgili olarak "Olgun başak, başını öne eğer." sözü de çok anlamlı bulduklarımdan. 


Bilirsiniz, "Duyma Eşiği" diye bir kavram vardır ve her canlınınki farklıdır. Bu aralık o canlının duyabileceği maksimum ve minimum frekanslardır. Örneğin; bir kurbağa yanındaki sinek vızıltısını çok rahat duyabilirken yanında patlayan silah sesini duyumsayamaz. 


Farklı şeylerden konuşuyor olma durumunda da bu örneği hatırlıyorum her seferinde. Hepimiz için de belli duyma eşikleri söz konusu. Siz kendi frekansınızda olan kişilerle ilerletebilirken diyaloglarınızı kolaylıkla diğer frekanslar ne söylerseniz söyleyin sizi bir türlü duymazlar, duyamazlar.


"Sen ne söylersen söyle, söylediğin karşıdakinin anladığı kadardır."  Mevlana Celaleddin Rumi