9 Aralık 2010 Perşembe

Etohum Maceralarım

E-tohum, girişimci ve yatırımcıyı bir araya getirir. Bu platform bir internet şirketi kuracaksanız veya mevcut şirketinizi dijital ortama taşıyacaksanız sizin için çok çok yararlı olabilir. Bu süreçte etohum'un kurucusu Burak Büyükdemir "Girişimcilik ve İnternet Dünyası" temalı konularda bu işin duayenlerini bir araya getirerek gençlerin ufuklarının daha da açılmasını sağlıyor. 

Geçtiğimiz haftalarda E-tohum'un bence en güzel seminerlerinden birine katıldım. Tabi Alemşah Öztürk'lü toplantıyı tenzih ediyorum. Konuşmacılardan biri Starbucks Genel Müdürü Can İkinci ve Fütüristler Derneği Başkanı Ufuk Tarhan. Toplamda iki saat süren seminerden ellerim dopdolu döndüm evime ve yakın gelecekte yapmayı planladığım birçok şeyi yapmam gerektiği gerçeğine biraz daha yaklaştım.

Öncelikle Ufuk Tarhan'a verildi mikrofon. Kendisi öncelikle "Fütürist" kavramından bahsetti. "İyi ve Akıllı" olabilen herkes Fütürist olabilir diye başladı konuşmasına. Ardından uzak, uzman ve uzlaşma'yı içeren "Uzgörü" kavramından bahsetti. Gelecekte her bir bireyin multidisipliner bir yapıya sahip olabilmesi gerektiğini belirtti. Çok güzel bir vazo örneği verdi fakat belki sizin de kendisini dinleme fırsatı bulma ihtimalinize karşılık bu örneği burada açıklamayacağım. Gelecekte kendisini web, bilişim, teknoloji gibi alanlarda geliştirmeyen birçok kişinin ,hatta ve hatta bu tarihin 2012 olduğunu söyledi, işsiz kalacağına da dikkat çekti. Her şeyin başına bundan sonra "e" gelecek dedi.






Ardından Can İkinci aldığında eline mikrofonu Starbucks'ın kendisini nasıl internet ortamına taşıdığına dair örnekler vererek konuşmasına başladı. Bunlardan bir tanesi Starbucks Digital Network'tü. Diğeri ise henüz Türkiye'de uygulamaya konulmamış Apple ile yaptıkları "Ücretsiz Şarkı İndirme" anlaşmalarıydı. Anlaşmalarına göre o gün internete Starbucks mağazalarından giren her müşterileri Apple'ın her gün belirlediği bir şarkıyı ücretsiz indirebilme hakkına sahip olabiliyor. Türkiye'de henüz kullanılmayan prepaid Starbucks kartlardan da bahsedildi. Aynı bir telefon kartı gibi belli bir miktar para yükleyip kartınız üzerinden Starbucks mağazalarında işlem yapabildiğiniz önemli bir sadakat projesine de imza atmış bulunuyorlar. Belki bahsedilen kart ile ileride  tüm Shaya mağazalarında alışveriş yapabileceğiz kim bilir!


Starbucks'ın kuruluş hikayesini de bizlerle paylaşan Can İkinci gerçekten çok genç ve vizyoner bir Genel Müdür. Umarım herkes bu hikayeyi kendisinden dinleme fırsatı yakalar.


Tekrar teşekkürler Burak Büyükdemir!

30 Kasım 2010 Salı

Türkan Işık Yolcusu

Geçtiğimiz gün galasına katıldığım oyun beni inanılmaz derecede büyüledi. 
İlk defa bir tiyatro sahnesinde gözyaşlarıma hakim olamadım...


Ayşe Kulin'in Prof. Dr. Türkan Saylan'ın hayatının  bir bölümünü kaleme aldığı romanı " Tek ve Tek başına Türkan"  tiyatro eserine dönüştürüldü. Dilek Türker gibi güçlü bir oyuncunun Türkan Saylan'ı canlandırdığı bu eserde; bu memleket için, insanlarımız için ve dünya için Prof. Dr. Türkan Saylan'ın büyük çabasını daha da iyi ve çok daha derin bir şekilde anlayabiliyoruz. 


Emeği geçen dev kadroyu tebrik ediyor ve herkese şiddetle oyunu görmelerini tavsiye ediyorum.





19 Kasım 2010 Cuma

P&G's Live Classes

Procter&Gamble (P&G) bu sene ikincisisini kez Boğaziçi, Sabancı ve Koç Üniversiteleri'nde, birçok alanda öğrencilere P&G Business School başlığı altında case study'lerden oluşan bir seminer düzenliyor. P&G Business School başlıklı projelerinin bu sene amacı ise 3000 (3.-4. sınıf lisans ve yüksek lisans) öğrenciye ulaşabilmek ve P&G yöneticilerinin, satış, finans, pazarlama, üretim ve lojistik alanlarında çalışmak isteyen öğrencilerle tecrübelerini paylaşacakları bir platform oluşturabilmek.



P&G'yi hepimiz biliriz; çünkü her ürünü kendi yaptıkları araştırmaya göre 100 evden 92'sinde mevcut. Hedefleri ise diğer %8'i bulmak. Nedir P&G ürünleri; Orkid, Gilette, Braun, Prima, Pantene, Clear, Ariel, Duracell vb.



Geçtiğimiz hafta "Marketing" başlıklı seminerlerine katıldım. İki tane brand manager konuşmacı olarak katıldılar. İki bölümden oluşan seminerin ilk bölümünde P&G şirket olarak detaylı bir şekilde dinleyicilere aktarıldı. Çalışma ortamları, organizasyon düzenleri, prensipleri gibi birçok konudan bahsedildi. Ardından ikinci bölümde P&G'nin yeni ürünlerinden biri olan "Fairy" üzerine case study yapıldı. Soruları bilenlere hediye var dediler. Hediyeler de; İpana, Gilette Traş Köpüğü gibi P&G ürünleriydi :)



P&G'nin düzenlediği bu seminerler ile görüyoruz ki artık birçok uluslar arası şirket bünyesine katacağı insan kaynağını bulabilmek için yeni mezunlara doğru adımlar atıyor. Böylelikle öğrencilerin daha bilinçli başvuru yapmaları sağlanıyor ve öğrencilere FMCG sektörünü daha yakından tanıma fırsatı verilmiş oluyor.

18 Kasım 2010 Perşembe

Astrolojiyi seviyorum!

Kim ne derse desin, isterlerse mantık dışı olduğunu iddia etsinler. Benim astrolojiye büyük ilgim var. Kimileri "yok öyle bişey ya" deseler bile, evet, bence" temel özellikler çerçevesinde" tüm insanlık 12 kategori.


Çok uzak gelir astroloji bazılarına, hatta yavan ve değersizdir kimileri için. Deneyimlediğim bir örnek : İstanbul Teknik Üniversitesi İşletme Mühendisliği bölümü öğrencileri her yıl seminer düzenlerler. Bu seminerlerde genellikle prestijli şirketlerin CEO'larını İnsan Kaynakları müdürlerini veya yardımcılarını, Satış-Pazarlama uzmanlarını ağırlarlar. Ben de onlardan birine katıldığımda Silk&Cashmere'in Yönetim Kurulu Başkanı Ayşen Zamanpur o gün konuşmacılardan biriydi. Belli bir dönem başka şirketlerde çalıştıktan sonra kendi şirketini kurduğu süreci anlatıyordu. Ben de enerjisinden ve girişiminden çok etkilenmiştim. Son soru için yanımdaki oturan bir arkadaşa mikrofonu uzattılar ben de o süreçte burcunu da sormasını rica ettim. Dönüp bana " ben öyle sorular soramam" dedi :) Garipti! :)


Her burç kendi içinde bir küme gibi. Tabi ki her insan birbirinden farklı; çünkü yetiştirilme tarzlarının, eğitim şartlarının, ekonomik şartların kişiliğimiz üzerinde önemli etkisi var. Ama temelde aynı burçtan olan birçok kişi aynı temel özelliklere sahiptir. Bunu metaforik olarak pastalar gibi düşünebiliriz. Meyveli pasta, çikolatalı pasta, çilekli pasta, krokanlı pasta gibi birçok çeşit pasta vardır. Ama temelde pastadır o. Farklı olan tek şey üzerine/içine koyduğunuz malzemedir ama temelde hamuru aynıdır.


Ben yay burcuyum. Bir yay burcu ile tanıştığımda da bunu hissedebildiğimi düşünüyorum nedense. Aynı şeylere gülüyorsunuz, aynı şeyleri konuşmaktan zevk aldığınızı fark ediyorsunuz. Bu durum bence iki şekilde sağlanabilir : Ya burçlarınız aynıdır ya da yukarıda bahsettiğim yetiştirilme tarzlarınız, eğitim şartlarınız vs birbirine çok paraleldir.


Radyonuzda manuel olarak frekans ayarlamaya çalıştığınızı düşünün. Frekansların bazılarında hiçbirşey duyamazken, kiminde duyduğunuzu anlamdırabilirsiniz ama ses hala cızırtılıdır. Bir kısmında da ses o kadar berraktır ki... İşte orada bırakırsınız artık arayışınızı. Doğru frekansınızı artık bulmuşsunuzdur çünkü. Hayatınızda çok yakın dostlarınızla , hayatınızın aşkıyla tanışma evresini bu duruma benzetirim hep.


Günlük burç takipçisi asla değilim ya da geleceğim ile ilgili yorumları okumam; çünkü onlara inanmıyorum. Onlar biraz astrolojinin sosyal hayattaki varlığını sürdürebilmesi için yapılan ufak oyunlar gibi geliyor bana. Ama kesinlikle 12 kategori olduğumuza inanıyorum. Aksini iddia eden olursa biri bana neden her oğlak burcunun insiyatiften kaçınan, çalışkan insanlar olduğunu açıklasın lütfen :)




31 Ekim 2010 Pazar

Patron Patron Ron Ron Ron!

Toplumda her birey kişisel gelişimini bulunduğu ortama ve kendisine yapılan muameleye göre şekillendirir. Bu sebeple rol modeller günümüzde çok daha fazla önem kazanmıştır. Fakat bu durumla önemli bir risk açığa çıkar.


Risk, bireyin yanlış kişileri model alması ya da bunu bilinçsizce benimsemesi, kendisiyle özdeşleştirmesindedir.
En çok dikkatimi çeken ise patron şirketleri çalışanları!
Bu kişiler birlikte çalıştığı bireylerle belli bir süre çalıştıktan sonra sosyal hayatlarında ve hatta daha sonraki iş ortamlarında da onlar gibi hareket etmeye başlarlar. Ya yukarıda bahsettiğim gibi bilinçli olarak onlar gibi olabilmek içindir bu, ya da istemeden onlar gibi olmaya başlamalarındandır. 

Tek adam şirketlerinde tüm yetki bir elde toplandığından patronun hemen altındaki kişiler, örneğin iş bölümü gibi kavramlara uzaktırlar. Bu kişiler işte veya iş dışında yetki toplamayı sevmeye başlarlar. Çünkü gördükleri örnek onlara emreden tek kişiden oluşur. Kendi istediklerini, konuşup uzlaşmak yerine dayatmayla yapmaya çalışırlar. Bu şekilde istediklerini alamayınca da şikayet evresine geçerler. Çünkü "ÇÖZÜM" denilen hayati kavrama çoooook uzaktırlar. Şikayet olgusu bu tip kişilerde sık görülen bir rahatsızlık gibidir. Olgunlaşmamış iş disiplinleri onları ne yazık ki istediklerinin gerçekleşmesi için durumu başkaları aracılığıyla çözme yöntemine iter.

Şikayet evet çok rahatsız edicidir ; ama illa bardağın dolu tarafını da  görmek istiyorsak işte size bir örnek :  İş yerinde  yaptığınız iş ile ilgili kendinize güvendiğiniz sürece (ki en önemli noktası budur) bu tip durumlar sizin için problem ya da tehdit teşkil etmemelidir. Çünkü bu durum sizi olumsuz bir hava içerisinde de olsa yöneticilerinizle yüz yüze getirir. Üstlerinizle bu durumu tüm ayrıntısıyla konuşmanıza, işinizi ne kadar doğru yaptığınızı direk olarak sizden duymalarına vesile olur. Eğer hatasızsanız çok şanslısınız! 
Artık belki sizi hiç fark etmeyen üstleriniz sizi görüp selam vermeye ve saygılarını size hissettirmeye başlarlar.
Beraberinde de iş ortamında yöneticilerinizin size verdiği değeri gören iş arkadaşlarınız, buna paralel olarak yaptığınız işe olan saygılarını size hissettirmeye başlayabilirler. 


Siz siz olun sizi şikayet eden, başarılarınızı gölgelemeye çalışan kişilere karşı asla çizginizi bozmayın. Kısa vadede kazanım sağlayabileceğinin yanılgısı içerisinde olan bu kişilere yaptıkları her zaman uzun vadede çok şey kaybettirmiştir. Başımıza ne gelirse gelsin olumsuzu olumluya dönüştürebilmek her zaman bizim elimizdedir. 

(Gözlem)

28 Ekim 2010 Perşembe

Atam İzindeyiz!


Ey Büyük Ata,

Varlığımızın en kutsal temeli olan, Türk İstiklâl ve Cumhuriyetinin sonsuz bekçisiyiz. Bu karar, değişmez irademizin ilk ve son anlatımıdır. İstikbâlde, hiçbir kuvvet bizi yolumuzdan döndürmeyecektir. Bizler, bütün hızımızı senden, ulusal tarihimizden ve ruhumuzdaki sönmez inanç ateşinden alıyoruz. Senin kurduğun güçlü temeller üzerinde attığımız her adım sağlam, yaptığımız her atılım bilinçlidir. En kıymetli emanetimiz olan, Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti, varlığımızın esası olarak, eğilmez başların, bükülmez kolların, yenilmez Türk evlatlarının elinde sonsuza dek yaşayacak ve nesillerden nesillere devredilecektir. İstiklâl ve Cumhuriyetimize kastedecek düşmanlar, en modern silahlarla donanmış olarak, en kuvvetli ordularla üzerimize saldırsalar dahi, ulusal birliğimizi ve yenilmez Türk gücünün zerresini bile sarsamayacaktır. Çünkü, bu aziz vatanın toprakları üzerinde yetişen azimli ve inançlı Türk gençliği, dökülen temiz kanların ve Cumhuriyet devrimlerimizin aydın ürünleridir. Vatanın ve milletin selameti için her zorluğa iman dolu göğsümüzü germek, gerçek amacımızı olacaktır.

Ey Türk'ün büyük Ata'sı !

İstiklâl ve Cumhuriyetimizi korumak gerektiği zaman, içinde bulunacağımız durumlar ve şartlar ne olursa olsun, kudret ve cesaretimizi damarlarımızdaki asil kandan alarak, bütün engelleri aşıp her güçlüğü yenmek azmindeyiz.

Türk gençliği olarak özgürlüğün, bağımsızlığın, egemenliğin, cumhuriyet ve devrimlerin yılmaz bekçileriyiz. Her zaman, her yerde ve her durumda Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağımıza, çağdaş uygarlığa geçmek için bütün zorlukları yeneceğimize, namus ve şeref sözü verir, kendimizi büyük Türk ulusuna adarız.

Türk Gençliği


24 Ekim 2010 Pazar

My Role Model

Bir rivayete göre her pazartesi sabahı saat 10 civarı Facebook'un kurucusu Mark Zuckerberg'e bir e-mail geliyor.
"Geliyor musun?" Zuckerberg de cevap verirmiş " Yoldayım." Birkaç dakika sonra da Mark Zuckerberg şirketin yönetim binasından girermiş. Karşılaştığı kişilerle selamlaşıp rol modelimle buluşmak için toplantı odasına doğru ilerlermiş. 

Rol modelimle Zuckerberg'in toplantısı özel ve kapalı olarak 1 saat kadar sürüyormuş. Bu toplantının aynısından bir tane daha bir de cuma akşamları kapılar kapanmadan olurmuş. Bu toplantılarda ürünleri, hizmetleri, stratejiyi, personeli ... tartışırlarmış. Facebook'la ilgili her türlü kararın çıktığı özel toplantılarmış bu toplantılar.

Peki kim bu Zuckerberg'den sonraki Facebook'un ikinci gücü?

O, internet ve bilişim sektöründeki en güçlü yöneticilerden biri. Bu sektörde tanınan bir isim. Yöneticilikteki kabiliyeti ve keskin zekası ile tanınıyor. Her pazartesi ve cuma aksatmadan yapılan toplantılar Facebook'un ayakta kalabilmesini ve hatta gün geçtikçe daha da güçlenebilmesinin temelini oluşturuyor. Bu açıdan da bakıldığında O'nun, Mark Zuckerberg'in en yakın dostlarından biri olduğu da söyleniyor.

Rol modelimin Facebook hayatı nasıl başlamış?

O'nun Facebook'a 2 yıl önce girmesinden bu yana şirket tüm iş hayatının en büyük ve beklenmedik sıçramalarını yapmış.O'nun Facebook ekibine dahil olduğundan beri geçirdiği dönemi iş arkadaşları ve sektör " hiper-gelişme" olarak tanımlıyor. Rol modelim yönetime geçtiğinden itibaren firmadaki çalışan sayısı 6 kat artarak 1800 kişi oldu ve beraberinde de Facebook kullancı sayısı da 7 katına çıkarak yarım milyara ulaştı. Wedbush Securities'in öngörüsüne göre Facebook bu seneyi 1.6 milyar dolarla kapatması bekleniyor.

O'nun bu kadar başarılı olmasının tek sebebi üstün zekası ve kişisel kabiliyetleri değil ayrıca başarılı geçmişi, eski iş deneyimleri olduğu söyleniyor. Daha önce Google'da üst düzey yöneticilik yaptığından dünyanın en büyük firma ve reklam verenleri ile çok iyi ilişkiler kurmuş ve bunları da başarıyla Facebook'a taşımış bulunuyor.

Facebook'a kattıklarının sadece maddiyat olmadığı da söyleniyor. İstikrar ve düzen konusunda önemli katkıları olan rol modelimin gelişi ile firma yetişmiş çalışanların ayrılmasından mağdur olan firma O'nun gelişi ile istikrara ulaşmış.

Mühendislik departmanından sorumlu olan Başkan Yardımcısı Mike Schroepfer bu başarının sırrının O'nun ve Mark'ın çok iyi anlaşmalarına bağlıyor. "O" iş geliştirme, uluslar arası alanda büyüme, büyük reklam verenlerle ilişkiler kurma, halkla ilişkiler gibi konularla ilgilenirken Zuckerberg'in hiç de sevmediği bu yüklerden kurtulup kendini en sevdiği işe "internet ve yazılım" a verebiliyor.

Mark Zuckerberg'in artık bir parçası haline gelen bu yıldız yönetici sektörde alışılmışın aksine bir erkek değil bir kadın ve adı da Sheryl Sandberg. Sandberg ve Zuckerberg, Silikon Vadisinin en acayip çiftini oluşturuyorlar: Mark 26 yaşında içine kapanık, asosyal, dahi bir mühendisken, Sheryl 41 yaşında dışa dönük, cana yakın, sosyal, toplum ve medya önünde olmaktan kaçmayan güçlü bir iş kadını.



Kendisi 1991 yılında Harvard'a giriyor. Ekonomi bölümünü birincilikle bitirdikten sonra Dünya Bankası'nda çalışıyor. Ardından Harvard'a tekrar dönüp MBA yapıyor. Bitirdikten sonra McKinsey&Company'de çalışmaya başlıyor. Google'da çalıştıktan sonra da Facebook'un ilk COO ( Chief Operating Officer) görevine getiriliyor.


Bu dostlukla harmanlanmış iş birlikteliği belli ki şirketteki diğer yöneticilerin söylediği gibi mükemmel bir uyum ve ortaklık üretmiş ve Facebook'un gücüne her geçen güç katıyor. 


(Derleme)



20 Ekim 2010 Çarşamba

İltifat Sanatı

İletişimin olmazsa olmazıdır iltifat.
Çünkü insanlara değer verdiğinizi ve onları fark ettiğinizi gösterebildiğiniz kolay yollardan biridir.

Biz de doğamız gereği değer verilmeyi çok severiz.
Toplum içinde takdir görmek, övülmek hoşumuza gider.
Hepimiz kendimizden bahsedilsin isteriz çoğu zaman.
Hatta o kadar önemlidir ki bir an olsun diğer insanları bir anda önemsiz yapabilir.
Siz de dikkat edin; herhangi bir kişiyle çok mühim bir konuyu konuşuyor olsanız bile
sizden uzakta bir yerde adınızı duyduğunuzda o diyaloğa tekrar konsantre olmanız güçtür.
Bu da "tüm şartlarda öncelikle kendimizi düşündüğümüz gerçeğinin bizim doğamızda oluşu"na işaret eden ufak bir kanıttır.



Peki her insan aynı oranda mı kendini düşünür?
Bence hayır. Genlerimizde kişilik özelliklerimiz yazılmış olmasına rağmen bir toplumda yaşıyor olmamızın gereği onları bir nebze törpüleyebiliriz. Psikoloji bilimi böyle der yani. Tabi bu oranı kişinin kendi yeteneği belirler. Ama ne olursa olsun hepimiz önce kendimizi düşünürüz. Bu sebepledir ki  gururumuzun okşanması kim tarafından olursa olsun bizim için çok değerlidir. Tek bir güzel söz tüm buzları tek seferde eritebilme gücüne sahiptir.

İltifat ederken sadece dış görünüşü ile değil, o kişinin kişilik özellikleri hakkında da güzel şeyler paylaşabiliriz. Hem kendisine bunu söyleyebiliriz, hem de topluluk önünde onun başarılarını dile getirebiliriz.

İltifat edebilmek bir sanattır çünkü!
İltifat edebilmek bir yandan da iltifat eden kişinin özgüvenini gösterir.
Bu yüzden iltifat bir sanat; hatta bir erdemdir belki de.
Bazılarımızın ağzından bir türlü dökülemez güzel sözler, takdir edemezler öyle ya da böyle.
Bunun sebebi ya o kişiye değer verdiklerini göstermekten kaçınmalarıdır ya da toplum içinde o kişinin dikkatleri kendi üzerine çekmelerini istememeleridir. Nedense pozitif bir etki yaratmak istemezler.

Bazılarımızda ise bu kültür gelişememiştir.
Yani insanların gururlarını okşamayı bilmezler ya da buna ihtiyaç duymazlar.
Bunun güzel bir iletişim aracı ve frekans yakalayıcı bir hareket olduğu bilgisi yoktur onlarda.

En kötüsü ise!
Bazılarımızın bunu gerçeğe dayandırmadan yapmalarıdır.
Bu tip örneklere de genellikle çalışma ortamlarında ve ast-üst ilişkisinin olduğu yerlerde rastlanır.



İltifat alan da topu nazikçe göğsünde yumuşatabilmelidir.
Mütevazılığı koruyabilmek de bu aşadamada büyük önem taşır.
Koltuklar kabarır ama yapılması gereken onu göstermemeyi becerebilmektir.
Bu da iltifat alanın yeteneği ile doğrudan ilişkilidir.

Siz siz olun iltifat edin!
Bunu yaptıkça göreceksiniz ki siz de kendinizi iyi ve olgun hissediyorsunuz.
O kişide yarattığınız pozitif etki size de yansıyor, sizi de mutlu ediyor.
İltifat almak iltifat edebilmek kadar önemlidir bu sebeple.

16 Ekim 2010 Cumartesi

Bir Fincan Kahvenin Kırk Yıl Hatrı Varmış!

Artık her sokakta her semtte, her şehirde rahatlıkla bulabileceğimiz kahve zinciri Starbucks, kahveseverleri kahve hakkında bilinçlendirmek için güzel bir one-to-one marketing örneğini hayata geçirmiş bulunuyor.


Starbucks kahve sohbetlerini  3 aşamada düzenliyor. Kahvenin ağaçta başlayan ve bardağımıza gelene kadar olan tüm hikayesini bize anlatıyorlar. Nerelerde yetiştiği, Türkiye'de neden yetişemediği detaylı olarak aktarılıyor. Değişik kahve tadım tekniklerini de orada öğrenebiliyorsunuz. Örneğin; kahvenin aromasını hissedebilmek için höpürtederek içmeniz gerektiği gibi.



Öğrendiğim şeylerden bazıları :
  • Bir kahve ağacından yaklaşık iki paket kahve çıkıyormuş.
  • Kahvenin doğal aromasının farkına varabilmek için Amerika kahvelerinin yanında karamelli ya da kakaolu, Afrika kahvelerinin yanında turunçgilli ya da meyveli, Güneydoğu Asya kahvelerinin yanında ise sebzeli ya da baharatlı yiyecekler tercih etmeliymişiz.
  • Kahvenin ilk yudumunu hüpürdeterek içmek ayıp değil, gurme bir hareketmiş.
  • Türk Kahvesi, sadece bir hazırlama ve pişirme yönteminin adıymış. Kahve Türkiye topraklarında iklim gereği yetişemiyormuş.Kahve, gerçekten Yemen'den geliyormuş.
  • Starbucks'larda sigara yasağından önce de içeride sigara içilmemesinin nedeni, kahvenin tadının ve aromasının bozulmamasını sağlamakmış.
Bu sohbetler ücretsiz. Siz de birkaç kişi toplanıp bir Strabucks'a gidip seminer talep edebilirsiniz ve istediğiniz saatte bir kahve uzmanı size tüm bunları interaktif bir şekile anlatabilir.

25 Eylül 2010 Cumartesi

IQ mu EQ mu?






Son yıllarda yapılan araştırmalara ışığında IQ'nın hayattaki başarıya katkısı yaklaşık %10 oranında.








Yüksek IQ, başarının, prestijin ve mutlu bir yaşamın da garantisi değil..!
Ek olarak, okullarımızda ve kültürümüzde akademik yetkinliğin ön plana çıkarılıyor olması belki de duygusal ve sosyal becerilen geliştirilmesinde önemli oranda bir ihmale sebebiyet vermekte.


IQ Nasıl Çıkageldi?

IQ çoğumuzun da bildiği gibi entellektüel zeka anlamına gelmektedir. 1800'lü yıllarda zeka ile ilgilenen birçok psikolog  bu konuya farklı yaklaşımlar getiriyor olsa da IQ bireyin zihinsel gelişim hızına paralel olarak, yaşamın farklı dönemlerinde hayatın ne olduğunu anlamasını ve öğrenmesini sağlayan zihinsel gelişim süreci olarak tanımlanmaktadır.

Peki ya EQ?

Düşünme, hayal kurma ve hissetme gibi içsel süreçlerle insan beyninin işleyişini mümkün kulan teknolojik gelişmeler neticesinde EQ da hayatımıza girdi. 1990 yılında iki profesör (Peter Salovey ve John Mayer) 
duygusal zeka hakkında iki tane makale yayımladılar. Salovey ve Mayer'in bulgularında bazı insanların diğerlerinden, kendi duygularını tanımlamada, başkalarının duygularını tanımlamada ve duygusal olarak problem çözmede daha iyi olabileceklerini ortaya koyuyordu fakat çalışmaları genellikle akademik çevre içerisinde kaldı.
Ardından da psikoloji alanında doktoralı gazeteci Daniel Goleman Duygusal Zeka adlı kitabıyla bu kavrama birçok kişinin ilgisini çekmiştir.

Daniel Goleman EQ'yu şöyle tanımlıyor:
"Kendi harekete geçirebilme, aksiliklere rağmen yoluna devam edebilme, ruh halini düzenleyebilme, sıkıntıların düşünmeyi engellemesine izin vermeme, kendini başkalarının yerine koyabilme ve umut besleme." 




IQ ve EQ'nun Başarıya Etkisi

Bu kavramlar birbirleri ile etkileşim içerisinde olan kavramlar ve birbirlerini tamamlayan özellikler olarak karşımıza çıkarlar. Başarıyı etkileyen faktörler arasında uzmanlar tarafından IQ'ya verilen oran ise %10 civarında.
Geri kalan payı ise şans, sınıf, duygusal zeka gelişimi kapsıyor.

EQ, IQ'nun kullanılmasını etkileyen bir faktör. Bunun en açık örneklerinden biri ise; stresini kontrol altına alamayan bireyin konsantrasyonunu sağlayamamasından dolayı zekasını kullanamaması olarak biliniyor.

Diğer bir örnek ise şu şekilde : "Çok yüksek bir matematiksel başarıya ya da geniş bir kültür yelpazesine sahip olabilirsiniz, fakat bu tür yeteneklerin belirtildiği bir ortama girmediğiniz sürece kimse sizin farkınıza varmaz. Fakat sempatik, popülaritesi yüksek bir kişiyseniz yüksek IQ değerlerine sahip olmasanız da fark edilmeniz çok daha kolaylaşır. Hatta "aranan kişi" bile olabilirsiniz ki bu duygusal zeka olarak tanımlandığına sizin istenilirliğinizi artırıcı bir özelliktir ve başarıya ulaşmanızda daha ön plan da yer alır". 

İş Yaşamında IQ ve EQ Dengesi


Yüksek IQ'lu bireylerle yüksek EQ'lu bireyleri karşılaştırdığımızda olumlu ve olumsuz birçok farklılıkla karşılaşmak mümkündür.
Yüksek I.Q'lu bireyler üretkenlikleri, eleştirellikleri ve başarılı zihinsel aktiviteleriyle ön plana çıkarlar. Sadece I.Q'su yüksek ama E.Q.su düşük olan bir birey;iç dünyasında verimsizlik, iletişimsizlik, toleranssızlık ve müşkülpesentlik sorunları yaşayabilir.



Yüksek EQ'lu bireylerse kurdukları sosyal denge, duygularını başarıya odaklayabilme, etkili iletişim kurabilme, duygularını kontrol edebilme, sorumluluk alabilme, başarılı takım çalışması ve başkalarının düşüncelerine saygılı olma özellikleriyle ön plana çıkarlar. Bu noktada unutulmaması gereken nokta ise; E.Q.'nun I.Q.'nun aksine geliştirilebilir oluşudur.


Sadece yüksek I.Q. ya da sadece yüksek E.Q.'ya sahip olma, kişinin başarıya ulaşma şansını olumsuz etkiler. Yüksek I.Q. ve yüksek EQ aynı anda sahip olunduğunda kişisel özellikler bakımından dengelenmiş bir yelpaze sunar.



(Derleme)

8 Temmuz 2010 Perşembe

Aşkın Bilimsel Tanımı

İnsanoğlunun en güçlü ve coşkulu ruh hallerinden olan aşkın nörolojik temellerini araştıran nörologlar, bu sevgi ve arzunun yoğunluğunu ölçtüler. 

Aşkın, beyinde muhakeme yeteneğini çalıştıran bölümü etkisiz hale getirdiği, beyindeki kimyasallardan serotoninin aşıklarda ve saplantılı kişilik bozukluğu olanlarda aynı seviyede olduğu belirlendi. 

Londra Üniversitesi nörobiyoloji profesörlerinden Semir Zeki, fonksiyonel MRI kullanarak yaptığı araştırmada, 17 kişiye önce sevdiği kişinin, ardından da arkadaşlarının fotoğrafları gösterilerek, serebral kan akışları izlendi. Araştırmada insana müthiş mutluluk ve haz veren aşkın, kişilerdeki "muhakeme yeteneğini yitirdiği" ve "saplantılı kişilik bozukluğuna" olduğu ortaya çıktı. 

BEYNİN KİMYASI DEĞİŞİYOR..

Araştırmaya göre aşk, beyinde güven, inanç, haz duyma ve ödüllendirme fonksiyonlarını etkinleştiriyor. Âşık olanlarda oksitosin ve vazopressin maddeleri fazla salgılanıyor ve bu da karşıdaki kişiye olan bağlılığı artırıyor. Tek eşli kadın ya da erkeklerde daha çok oksitoksin salgılanıyor. Âşıkken dopamin ve norepinefrin artıyor. Dopamin motivasyon artışına, mutluluk, heyecan, uykusuzluk, kalp çarpıntısı ve nefes darlığına neden oluyor. Norepinefrin de heyecan ve enerji düzeyini artırırken, uyku ve iştahı kaçırıyor.
 



ZİHİN YANILMASI!

Aşk, insan beyninde muhakeme ve yargılama yapan bölümleri de etkisiz hale getiriyor. Âşık olan kişiler, sevdiklerine karşı muhakeme yeteneğini kaybediyor. "Âşıkken tamamen kör oluyor" ve âşık olunan kişinin olumsuzlukları beynin bu bölgelerinin çalışmaması nedeniyle görülemiyor. Semir Zeki, "Aşk bir hastalık; ama tedavi etmeye gerek yok. Hayatınız boyu devam etmesini istediğiniz bir hastalık. Arzu edilen bir felaket." diyor. Kadınların psikolojik açıdan erkeklere oranla çok güçlü olduğunu ifade eden Zeki, kadınların aşkının daha uzun sürdüğünü, ancak vazgeçtikten sonra da daha kolay unuttuklarını söylüyor.
Beynin 'zihin teorisi' olarak adlandırılan ve başkalarıyla farklılıklarını ortaya koyan mekanizması da âşık olunca devreden çıkıyor. Bu nedenle kişiler âşık olduklarıyla aralarında bir ayrım yapmıyor ve onu kendisi gibi görüyor.
Ayakları yerden kesiyor! 

OBSESİF DUYGU

Araştırma, aşkın, insanları nasıl saplantılı hale getirdiğini de açık şekilde ortaya koyuyor. İnsanların beynindeki kimyasallardan serotonin seviyesi âşık olanlarda, saplantılı (obsesif kompülsif bozukluğu) kişilerinkiyle aynı seviyede bulunuyor. Aşk bir yandan kişiye huzur ve güven verirken, diğer yandan ayaklarını yerden kesiyor. Beyindeki 'medial insula' bölümü aşkla aktive oluyor. Agresif davranışlarla ilgili bu bölüm, âşık kişilerde çalışıyor ve anlaşmazlıkların üstesinden gelmeye yarıyor. Aşk, duygulanım, dikkat, motivasyon ve hafıza ile ilgili beyin alanlarını aktif hale getiriyor. Bu yapıların aktifleşmesi, stresin azalmasına neden oluyor. 

 Prof. Dr. Zeki, "Beyindeki bazı kısımların aktivasyonunu yitirmesine sebep olan aşkın, rasyonel olmadığını" vurguluyor.

(Alıntı)

10 Nisan 2010 Cumartesi

Eğer....

O’nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...

Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... 
ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...
O’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain... 
Sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa, ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa...

Dünyanın en güzel yeri O’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...hayat O’nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O’nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...her şiirde anlatılan O’ysa... her filmin kahramanı O... her roman O’ndan söz ediyor, her çiçek O’nu açıyorsa... bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa, iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa... iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...

Eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O’nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız...Mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
     
Kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü... özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu... hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız... O’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse... gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de; bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O’nun yüzü suyu hürmetine...

Uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız... kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
  
Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla.....o halde bugün sizin gününüz!..

"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.

Can Dündar

21 Mart 2010 Pazar

Edison'un gölgesinde bir adsız kahraman TESLA

10 Temmuz 1856'da gece yarısı düşen bir yıldırımla doğdu Nikola Tesla. "Nikola fırtınanın oğlu olacak" dedi ebe... Ancak bu kadar uygun düşebilirdi koskoca bir yaşam bir doğum... Elektriğin gizli dehası, çağdaş Prometheus Tesla...


Müthiş bir zeka ve beraberinde getirdiği onca icat... Elektrik üzerine yapılan yüzlerce çalışma... Hepsi göz ardı edildi. Edison'un gerisinde kalan ışığın isimsiz mucidiydi o. Uzun boylu, narin yapılı, her zaman resmi giyinen, ince eleyip sık dokuyan dehaydı. Bir Hırvat rahibin oğluydu Tesla, babası onu rahip olması için zorlamasına rağmen buna karşı çıkarak elinde mühendislik diplomasıyla Amerika'nın yolunu tuttu. Fakat oraya gittiğinde de türlü aldatmacalarla karşılaştı.

Altı dil bilen ve inanılmaz bir hafızaya sahip olan Tesla, müthiş zekasıyla mühendislik yeteneğini birleştirerek ışığın milyonlara ulaşmasını sağladı. Öyle ki günümüzde bir çok araştırmaya esin kaynağı olmasından dolayı " Çağdaş Prometheus" diye adlandırılıyor.

"Bu cihazı değiştirebilirim"


Hırvatistan'ın Similjan Köyü'nde düşen bir yıldırımla aynı anda dünyaya geldi Tesla. Ebe ardından aynen şunları demişti : "Nikola fırtınanın oğlu olacak" Tesla, doğum hikayesine uygun bir şekilde hayatının büyük bir bölümünde elektrikle ilgilendi. Yaşı ilerledikten sonra da bu merakını üniversite sıralarına taşıdı ve Avusturya'da Graz Üniversitesi'nin mühendislik bölümüne girdi. Üniversitede, ilerideki icatlarına esin kaynağı olacak "Gram Dinamosu"yla tanıştı. Bu cihaz manyetik alan içinde sarılı teller yardımıyla motor gibi çalışıyor ve aynı zamanda elektrik akımından doğan hareketle jeneratör görevi de üstleniyordu. Tesla, 22 yaşında hocalarına "Bu cihazı değiştirebilirim" dedi. Dört yıl süren çalışmalarının sonunda isteğini hayata geçirdi ve "alternatif akımla (AC)" döner manyetik alan yaratan dahiyane tasarımını gerçekleştirdi. Artık elinde güçlü bir referans vardı.

Tesla, Edison'un "teknoloji imparatorluğu"nun Avrupa ayağı olan "Continental Edison"da çalışabilmek için Paris'e taşındı. Bu adım yüksek verimli bu yeni "AC indüksiyon motoru"nu sergilemek için çok iyi bir fırsat olabilirdi. Böylelikle hem icatının gücünü ispatlayabilir hem de Edison'un şirketinin Strasbourg'daki imzalayacağı prestijli ışıklandırma anlaşmasını tamamlamasına yardımcı olabilirdi.

Tesla'ya cennetin kapıları açılıyor mu?


Sonunda istediğini elde etti. 1884'te Tesla Edison'dan onlarla çalışması için bir davet aldı. İlk bakışta bu durum Tesla için cennetin kapılarını açmaya eşdeğerdi .Nitekim bu heyecan o kadar uzun sürmeyecekti. Edison pratik bir zekaya ve kuvvetli bir ticari öngörüye sahipti. Tesla'ya göre ise fizik yasaları, yeni keşifler için derinlemesine incelenmeliydi. Edison'un ise böyle araştırmalar için yeterli sabrı yoktu. Bu iki farklı karakterin birlikte çalışması olanaksızdı. Beklenileceği gibi de kısa bir zaman dilimi içerisinde azılı birer düşmana dönüştüler.

Akımlar savaşı başlıyor..


Edison, kendi buluşu olan elektrik ampulü üzerinde odaklanmasını ve onu geliştirmesi için Tesla'ya çok büyük paralar vaat etmişti. Tesla bu teklifi kabul etti. Bunun yanında Edison Tesla'dan ışıklandırma projesinde de faydalanmayı planlıyordu. Tesla da söz verdiği gibi istenilen gelişmeleri yaptı; ama kendisine söz verilen parayı alamadı. Bunun üzerine 1887 yılında Edison'la çalışmak istemediğini belirtti ve işinden ayrıldı. Bu seçim aslında bakılırsa "akımlar savaşı"nın başlangıç noktası olduğunun ipuçlarını veriyordu.

Ardından Tesla " Tesla Elektrik Şirketi" adı altında kendi şirketini kurdu. Tesla'nın dakik atılımı tam da Edison'un doğru akımla yaşadığı sıkıntılı döneme denk geldi. Doğru akım basit; ama kusurluydu. Görece olarak daha düşük voltaj üretiyordu ve tel üzerindeki akım takriben 800 metre sonra gücünü kaybediyordu. Bundan dolayı Edison voltajı 100 volta yükseltmek için her 900 metrede bir güç istasyonu kurmak zorundaydı. Tesla'nın AC buluşu büyük miktarlardaki elektrik kuvvetinin kilometrelerce uzağa taşımasını sağlıyor ve kuvveti aynı seviyede tutuyordu. Bununla birlikte güç kaybı yaşanması da önleniyordu.

Akımlar savaşı devam ediyordu. Edison'un doğru akım üzerine yaptığı yatırımlar hiç de kolay kolay beyaz bayrağı sallamayacağını gösteriyordu, 1888'de rekabet kızıştı. Edison'un bir sanayici düşmanı daha sahnedeydi... George Westinghouse!

İşte tam bu noktada ipler daha da gerildi. O dönemlerde yüksek güç sağlayabilen alternatif akımın sokak hayvanlarının öldürülmesinde kullanılmasının ve bazı eyalet mahkemelerinin idam cezası olarak aynı teknolojiden faydalanılan elektrikli sandalyeyi tercih etmesini Edison koz olarak kullanıyordu. Başlattığı karalama kampanyasında bunları öne sürüyordu. Alternatif akımın her seferinde olumsuz bir gelişme olduğunu vurguluyordu. Westinghouse da bunun altında kalmıyordu. Medyadaki bu olumsuz görüntüyü değiştirmek için bir riske girdi. Tesla'nın alternatif akımını kullanıp yüzlerce madencinin hayatını kurtaracaktı. Colordo'daki "The Gold King" madeni bazı finansal yetersizliklerden dolayı kapanma tehdidi altındaydı. Herkes madenin yakınındaki nehirden hidroelektrik enerjisinin tedariği sağlanırsa madenin kapatılmasının önleneceğini biliyordu. Nehir 3.5 km uzaktaydı ve bu durumda Edison'un teknolojisi yetersizdi.

Westinghouse, alternatif akımla bunun  başarılabileceğini kanıtladı ve 1891 yılında Tesla'nın endüstriyel desteği madene elektrik taşıdı. Westinghouse bu başarıdan sonra başka bir planla Edison'un karşısına çıktı. Chicago'da yapılacak olan Dünya Fuarı'nın ışıklandırma projesini anlaşmasını imzaladı. Tesla, izleyenlerin şaşkın bakışları karşısında vücudundan güvenli bir şekilde geçen alternatif akımla parmaklarının ucundaki ampulleri yaktı. Böylelikle zafer perçinlendi. Edison yenilgiyi kabullendi ve Tesla'nın alternatif akım teknolojisini ele geçirmek için Westinghouse'la el sıkıştı. Eski iki düşman Niagara Şelale'sinin hidroelektrik enerjisinden beraber yararlanmak için birlikte çalışma kararı aldılar.

Talihsizlikler yakasını bırakmıyor!


Tesla hiçbir zaman hak ettiği değerdi göremedi. Şimdi de Westinghouse Tesla'nın teknolojisinden yararlanıyor ve karşılığını vermiyordu. Kendi araştırmaları için yeterli parayı elde edememişti ve bu yüzden elektromanyetizma gücünden yararlanma konusundaki planlarını hayata geçirememişti.

Yaptığı çalışmalar arasında X ışınlarıyla yaptığı deneyler, florasanlı gaz lambası, radyonun keşfinden çok daha önce yaptığı radyo dalgalarıyla ilgili (ABD Yüksek Mahkemesi 1943 yılında radyonun Marconi değil Tesla tarafından keşfedildiğini açıkladı) araştırmalar bulunuyor. Fakat en önemlisi yüksek frekansta elektrik üretilmesini sağlayan "Tesla Bobini" buluşuydu. Yüksek frekanslı alternatif akım " yüzey etkisi" diye adlandırılan özelliği nedeniyle tellerin dış yüzeylerinde yol alıyor ve bundan dolayı Dünya Fuarı'nda vücuduna sardığı tellerden geçen yüksek voltajlı alternatif akım kendisine zarar vermiyordu. Bunun dışında Tesla Bobini radyo ve TV yayınlarının da kapısını araladı. Şaşırtıcı çalışmalarından biri de havada elektrik kuvvetinin iletilmesinin incelenmesi deneyiydi.

Tesla ekonomik sıkıntıları aşabilmiş olsaydı belki da çağın en önemli adamı olabilirdi. Ama talihsizlikler, sıkıntılar, şanssızlıklar onun yakasını hiç bırakmadı. New York Hoteli'nde 5 Ocak 1943 tarihinde, kalp krizi sonucu hayatını kaybetti..

Cansu SAVAŞ
Kardiyograf Dergisi
Temmuz 2007 Sayısı

16 Mart 2010 Salı

Dişiler Vs. Erkekler

“Bir ağustos böceği doğmadan önce toprağın altındaki bir lavrada ortalama olarak 12 yıl bekler.
Evet, tam 12 yıl.
12 yıllık hapislikten sonra dünyaya gelen garibanın ömrü adında yazılıdır: Ağustos.
Yani topu topu bir ay... Şarkı söyleyen yalnızca erkek ağustos böceğidir.   
Çünkü dişi, en güzel şarkıyı söyleyeni kendine eş seçecek ve çiftleşecektir.      
Düşünsenize, 12 yıl toprağın altında bekle, dışarı çık.
Ömrün bir ay...Buldun, buldun... Bulamadın, bir daha yok!!!”
diye anlatıyor Sunay Akın bu farkı Ağustos Böceği hikayesiyle..

Doğada durum böyle..

Peki ya insanlar?

Kadınlar/Dişiler özeldir! Seçicidir.. !
Aynı Ağustos Böcekleri gibi..

Örneğin; toplumumuzda “kız istenmeye” gidilir, kız isterse evlilik gerçekleşir..

Kadınlar/Dişiler yöneticidir!

Örneğin, Kraliçe arılar, işçi arı olacak larvaya göre daha sık ve daha zengin gıda ile özel beslenmesi sonucunda yumurtadan yetişkine toplam 16 günde oluşur. Kraliçe arının her ne kadar temel görevi yumurtlamak olsa da koloninin bütünlüğünü ve kovandaki sistemin işleyişini sağlayan önemli maddeler de salgılar. Kraliçe arı tüm arıların başıdır. (Bkz.wikipedia)

Geçmiş?

Toplumda “yönetim” kavramı ve bununla birlikte işbölümünün oluştuğu döneme bakalım.
İlk işbölümü sırasında kadın yönetici konumunda. Kadın topraktan çömlek yapıyor, çömleğinin içini de sebzelerle dolduruyor.. Çömleğin sahibi kadın! Bu sebeple yönetici de kadındı. İlerleyen zamanlarda ise avcılığın önem kazanması, durumu tersine çevirdiği de doğrudur.

Gelin görün ki bunun da bir sebebi var : Kadın, erkekte fiziksel güç ve kaynak istiyor.Bu açıdan bakacak olursak toplumda anaerkil sistemden ataerkile geçişte yine kadınların seçimi rol oynuyor.

Kaldı ki günümüzde yapılan bir araştırma, aile bütçelerinini % 68’nin kadınlar tarafından idare edildiğini gösteriyor. Bu durum da aslında temelinde durumun ne kadar “hala değişmediğinin” bir kanıtı.

Günümüzde,

Yapılan araştırmalar, erkeklerin birçok anlamda kadınlara göre daha zayıf yaradılışta olduğunu söylüyor. İntihara yatkınlık, kaza ya da kalp krizi sonucu daha kolay ölüm oranları, psikolojik olarak daha çabuk çöküntüye uğruyor olma durumu, hatta kekemelelik ve disleksi..

Erkekler hiç de sanıldığı kadar dayanıklı değiller.

Başka bir biyolojik kanıtı!

Düşükle sonuçlanan gebeliklerin çoğu erkek embriyolarının başına geliyor. Öyle ki, kızlar için bu sayı sadece 100 iken, 130 ila 150 erkek cenin düşüyor ve bunlardan yalnızca 105’i dünyaya gelebiliyor. 20 yaşına gelmiş 100 kıza karşılık 98 erkek var dünyada. 65 yaşlarında ise bu erkeklerden sadece %40’ı hayatta kalabiliyor.

Önemli ama çok önemli başka bir nokta!!! Karşı cinsi tanımıyor muyuz?

Başka bir veri  “Erkekler kadınların sözünü kesmekten çekinmediklerini, bir tartışmadaki “söz kesme” lerin % 96’sının erkeklerden geldiğini söylüyor.” Bununla beraber “ Kadınlar taleplerini doğrudan açıklamayı değil, bir uzlaşma noktası bulunana kadar tartışmayı tercih ettiklerini, Amerikalı dilbilimci Deborah Tannen’nin araştırmalarına göre, erkeklerin bunu tamamen anlaşılmaz bulduğunu ve tahammül edemekleri böyle bir tartışmayı, tamamen tek taraflı bir çözüm bularak noktaladıkları” da bir başka gerçeği doğruluyor.

Toplumsal bazı verilere bakıldığında ise erkeklerin her geçen dönem daha da değiştiğini gözlemleyebiliyoruz. Örneğin çocukların, mevcut baba rolünün üretim tarzındaki değişimden sonra “baba gibi olmak” ideali yerini kendi sosyal çevrelerinde edindikleriyle kendi ideallerini oluşturmaya bıraktığı açık.

Her alanda üstünlük kurma isteği, her şeye hakim olabilme fikri  erkeğin farklı bir bedel ödemesine sebep oluyor.. Sürekli koşuşturma, her alana yayılmış insanlar arası rekabet erkekleri daha ağır etkiliyor. Her şeyi yapabimek, denetlemek, her şeyden sorumlu olmak ve sürekli ispat etmek zournda olmak erkek cinsinin kalitesinin giderek azalmasına sebep oluyor, kendiliğinden ortalama yaşam sürelerinin azalması problemi ortaya çıkıyor. Daha çok çalışıp daha çabuk yoruluyolar. Bir istatistiki veri erkeklerin ortalama ömrünün 71,5 yıl, kadınlarınsa 78 yıl olduğunu söylüyor.

Haydi erkekler!

Daha çok yaşamak istiyorsanız söyleyin en güzel şarkınızı!!

(Bu yazının oluşumunda birçok araştırmadan ve makaleden yararlanılmıştır.)